C
an Bartu üstadın doğum günüydü 31 Ocak..
Tembihlemiş olsa da sıkıca kendine, gününde “nice senelere” demeyi atlamıştı yine.. sebepsiz..
Atlamıştı belki ama kutlamıştı yine de.. sessizce, gönülden.. ve gönül işi başka işti.. Kendini bildi bileli okuduğu, sonra ekranlarda denk geldikçe – onca yıl sonra hala – en keyifle seyrettiği futbol aklıydı üstad.. Gönül işi dediği, bundandı.
Söyleyecek söylenmemiş sözleri vardı kıymetli.. ama Şirket işlerini filan bırakıp, kırkından sonra spor yazarı olmaya karar vermek? gönül işiydi!.. O kararının asıl kudreti de bundandı.
Yine de o kararı verdiğinde, birgün, bir projeyi konuşmak için üstadı evinde ziyaret edeceğini bilemezdi.. Üstad’ın acı espressoyu bizzat hazırlayıp ikram edeceğini hiç bilemezdi..
Bilemezdi zira..
Kırkından sonra spor yazarı olmanın mektebi yoktu..
One-oh-one Paragon Drive… Yılın tam da bu günleri; New Jersey’de buz kesiyor hava.. Bilgisayarda dünya devi büyük mavi lakaplı şirketin “3. Genel Merkez” binası..
Mülakatı yapan sempatik adamın masmavi gözlerinin içine bakarak:
– Bak, haberin olsun, fakültede Fortran filan okuduk ama sınıfı asıl geçen ödevimi yapan arkadaşımdı, diyor. Ben klavye kullanmayı bile bilmiyorum..
Çift doktoralı adam, o binada çalışan o seviyedeki 5 yöneticiden önemce en küçüğü; yılda sadece 550 Milyon dolarlık satıştan sorumlu!. 5’inin toplam satış sorumluluğu ise 25 Milyar Dolar.. yılda!..o tarihte!..
Ve gülümseyerek diyor ki genç apranti’ye:
-Sorun değil.. mektebi var..
Ve öğretiyorlar, şirket içi mektebe gönderip.. Öğrettikleri 3 – 5 yazılımdan biri olan Lotus’u – aynı paralelde 5 bin mil ötede – İstanbul’da kullanabilen ancak 2-3 kişi olduğu rivayet edilmekte.. o tarihte..
PC devri değil henüz ama önünde var bir tane.. 10 Megabayt sabit disk; 10 da main frame’de.. Kendine ait bir ofis ile toplam 20 Megabayttan oluşan bir krallık.. Dünya devinin ayrıcalıklı bir binasında apranti olmanın ayrıcalığı da böyle birşey işte..
İşler fevkalade yolunda giderken, bir gün, krallığının açık kapısını tıklatarak içeri giriyor en kıdemli mesai arkadaşı..
– Biz pembe gömlek giymiyoruz, sen bilirsin yine de, diyor usulca..
Hepsi bu.. Apranti’ye, yazılı olmayan kurallardan biri öğretiliyor, saygılı olmaya azami özen gösterilerek..
Asıl öğrettikleri şey başka, “Şirket Kültürü”..
O’nun mektebi yok!..
******
Okurdan bolca keyifli e-mail alıyordu ama bu.. farklıydı..
Gazetesindeki komşu köşenin ünlü spor yazarını hastane’ye ziyarete gittiğinde, başucundaki eşi hanımefendi’ye -İşte o acaip yazıları yazan adam!., diye takdim edildiği bile olmuştu gerçi ama.. Bu e-mail, farklıydı!
“Kırkından sonra neden spor yazarı olmaya karar verilir”in yanıtı, hatta ödülü bu e-mail’de idi:
-Buraya, Boston’a staj yapmak üzere gelen bir genç kızımıza Hayat Dersi olarak okuttum bugünkü yazınızı, diyordu e-mail.. aynen bu kelimelerle..
“Boston” ipucu idi, Harvard’dan gönderildiğine dair kibar bir ipucu..
Onu çözmüştü de, Ne olabilirdi bu hayat dersi?
Yazıda.. Semih Saygıner‘i yazmıştı..
“Şampiyon’un böylesi” diyerek..
Dünya Şampiyonu yetiştirmek zor işti..
Ülkesindeki bir Nolu Holding bir tarihte afişlerle İstanbul’u donatarak kutlamıştı ürettiği “Bir Milyonuncu Buzdolabı”nı..
Buzdolabı üretmek zor işti ne olsa.. Dünya Şampiyonu yetiştirmek ise, belki ondan da zordu..
Hele hele Saygıner gibi, “tarihte ilk kez şunu şunu yaptım, damgamı vurdum” diyebilen, Dünya Şampiyonları arasında da nadir bulunur bir Dünya Şampiyonu üretmek, mutlaka, çok ama çok daha zor bir işti..
Yazıda bunlar anlatılıyordu; belki de asıl ders, bu farkları anlayabilecek, özümseyebilecek vizyona sahip olabilmekti.. O’nunsa.. mektebi yoktu..
******
Mustafa Denizli, her gittiği büyük’ü şampiyon yapmıştı.. Büyük transfer bütçeleri olmaksızın bunu yapabilir miydi, ayrı konu, ama yapmıştı..Kimse yapamamış ama o yapmıştı..
Peki, nasıl?
Büyük hedeflere yürümek.. bilinenler dışında pek dikkat edilmeyen ama küçük ama büyük hasletler gerektirirdi.
Mesela Denizli sahaya çıktığında, soyunma odası tüneliyle kulübe arasında nereye doğru nasıl yüreyeceğini, ne zaman durup gazetecilere nasıl poz vereceğini önemseyenlerdendi. En küçük bir adımının bile kamuoyuna bir mesaj olduğunu biliyordu.
Denizli, kendisi çoktan o kararı vermiş olsa bile, taraftar istiyor diye, bir oyuncusunu ne oyuna alırdı ne oyundan alırdı.. kafasını kessen, hatta..
Çünkü Denizli bilirdi ki, taraftara istediğini böyle vermek, kolunu bacağını kaptırmak demekti.. Kamuoyuna en güçsüz mesajları vermekti..
Denizli’ye bunları öğretecek bir UEFA Pro Lisans kursu henüz icat edilmemişti;
Yani.. bunun mektebi.. yoktu..
FUTBOL’A AKIL GÖZÜYLA BAK! ALEMİN GÖREMEDİĞİNİ SEN GÖR!
FUTBOLA AKIL GÖZÜYLE BAK; 2024